Читать онлайн «Маленькие вещи. Самые известные турецкие рассказы. Уровень 1»

Автор Сезаи Сами Пашазаде

Сами Пашазаде Сезаи

Маленькие вещи. Самые известные турецкие рассказы. Уровень 1

© Калинина А. Е. , адаптация текста, комментарии, упражнения, словарь, 2023

© ООО «Издательство АСТ», 2023

Bu büyük adam kim?

O zaman alışkanlığım vardı. Babamın konağında derslerimizi bitirdikten sonra, akşam sık sık Taşkasap’tan Beyazıt’a kadar yürürdüm. Bu akşam yolculuklarımda her zaman uzun saçlı, dalgın bir adama rastlardım. Genel olarak o derin düşünceler içinde yürüyordu. Ara sıra sendeler ve düşmemek için hemen kendisini toplardı.

Bir kere kendi kendime, “Bu büyük adam kim?” diye sordum. Düşünüyorum ki, bu sorum nedensiz değildi. Çünkü adamın her halini ve davranışlarını, o günlerde Büyük Adamların Hayatı adlı kitabın tasvirlerine tamamıyla uygun buluyordum. Bu kitabı Fransızca hocamızdan okudum. Çoğu zaman Lâleli yokuşundan Aksaray’a doğru inerdi. Gözlerini, her zaman gökyüzüne dikerdi. Ya bir bilimsel icat ya da bir edebî eser hakkında düşünürdü.

Bir bilginin nesnelerin gerçeğine bakışı ile bir şairin evrene bakışı aynı mıdır?

İkisi de yaşlanmış bir şairle bir bilgine, kıyafet biliminin gözünden bakalım. Bilginin ak başı, karlarla örtülü bir dağ başı gibi duygusuz, soğuk, büyük görünmez mi? Şairinki ise dumanlar içindeki dağlara benzemez mi? İşte çocukluğumda böyle düşünüyordum.

Bu büyük adamın gözleri gökyüzünün en yüksek noktalarına bakıyordu. Sanki o daha önce çevresindeki Koska’nın sütçü, tütüncü dükkânlarına, önündeki Aksaray’ın sokaklarına bakmamış. Hiç kimseye bir kere selâm vermemiş. En azından bunu hiç görmedim. Victor Hugo mu, Jean Jacques Rousseau mu? Mesele burada.

Belki Jean Jacques Rousseau. Buna yavaş yavaş inanmaya başladım. Çünkü o bu insanlardan kaçan bilgi adamı gibi görünüyordu. Hiç bir adama selâm vermemiş, hiç bir adamla konuşmamış. Ancak çoğu zaman tramvay yolunun üstünden geçen çıngıraklı kömürcü develerinin arkasından bakardı.

Belki o develeri böyle takip ediyordu, çünkü tabiat tarihini inceliyordu ya da bir eser yazıyordu.

Bir gün Lâleli’de birçok insan toplandı. Onlardan biri bağırıyordu. Bunu duyunca kalabalığın içine girdim.

Ortada büyük bir şiddet ve öfkeyle meğer bizim bilginimiz bağırıyormuş! Büyük adamların öfkesi de büyük olur. Ne ululuk! Ne ululuk! Bu öfke zamanında sonsuz okyanus gibi heybetli, müthiş, ulu oldu. Etrafındakilere, “Adam değilsiniz… insaniyet bilmezsiniz… câhiller… Ben buradan geçiyorum, görmüyor musunuz? Koluma ne dokundu? Siz ne büyük câhillersiniz?” diye bağırıyordu.

O kalabalığın içinde en çok bir herife bağırıyordu. Birden bu herif “Asıl kara câhil sensin!” dedi.

O anda büyük adamın sabrı tükendi. Herifi boğazından yakaladı. Herif de bilgenin yakasına sarıldı.

Ben de halk ile birlikte arkalarından gitmeye başladım.

Bu büyük adam dehşetle, kapısını kapattı ve kayboldu. O zaman dedim ki: “Şairler, alimler en büyük eserleri, ümitsizlik ve öfke hâllerinde yazarlar. ”